12.08.2011

ßizi ayıran duvar :)


Sevgili Marina,

Beni ne kadar çok kırdığının farkında olmamanı şu an bulunduğumuz yüksek rakımlı tepelere bağlıyorum. Bana yönelttiğin suçlamaları o vakitler konuşarak aştığımızı sanıyordum. Böyle önemli bir projenin ortasında eski defterleri açmanın ikimize de faydası olmayacağını bilmen gerekiyordu. Ama siz kadınlar, ne kadar da iyi birer koleksiyoncusunuz. Güzel hatıralarda unutkan, kötü hatıralarda pek cimri olursunuz. Her yerde ve her koşulda insanın kendini kötü hissetmesini sağlamayı becerirsiniz öyle değil mi? Mesela biz Klimanjaro’ya tırmanan iki dağcı olsaydık, tam da zirveye yüz metre yaklaşmışken o buz gibi soğuk ve canımızı almaya yeminliymiş gibi görünen kayaların arasında birden bire durup Ernest Hemingway’in kızı ile tanıştığımız o partiyi hatırlatır “O kıza kanepe ısmarlamaya ne gerek vardı?” diyerek kararırdın. Sonra birdenbire seni hiç sevmediğimi, seninle oynadığımı filan söyleyerek salya sümük hıçkırmaya başlardın. Ama genç hanım, unuttuğun bir şey var: Orada, binlerce metre yüksekte gözyaşlarının bir kıymeti olmazdı. Donup kalan yaşlar aşağıya doğru buzdan misketler gibi yuvarlanırdı. Bazı şeyleri durup durup kaşıyorsun gibime geliyor. Hem kendi ağzınla söyledin, Vegas’taki o kadın bir kere fahişe filan değildi. Hiç kocası olan bir fahişe olur mu? Evet tamam adam son derece öfkeliydi fakat meseleyi anlayınca silahını filan indirmişti zaten. İnan bir an bile korkmadım. Çünkü senin çıplak dediğin şey, bluzunun üstüne dökülen domates çorbasının marifetiydi. Çok içmişti, ben de ‘birer çorba içelim, kendimize geliriz, oyuna öyle devam ederiz’ demiştim. Çok ısrar etmeme rağmen işkembe içmedi. ‘Sarımjak kokarj şimdi’ diyordu. ‘İçkiliyken racon işkembe çorbası içmektir, sarımsak ve sirkedir seni ayıltan’ filan dediysem de fayda etmedi. Domates çorbasında ısrar etti. Tabi ki çorba boşa gitti, ayılamadığı için doğru dürüst tutamadı kaşığı. Çocuk gibi üstüne döktü. Yalanım varsa gözüm çıksın. Buna inanmıyorsan benim neden çıplak olmadığıma bir açıklaman var mı? Sen olayları uygun malzemelerle bir magazin çorbasına dönüştürüyor sonra da üzerime boca ediyorsun. Sonra uğraş dur çıkarmak için o lekeleri. Bak senin yüzünden yolculuğumuzun ayrıntılarından bahsetmeye bile vakit kalmıyor. Yolculuk deyince şimdi mektubunun sonunda bana attığın taşlar geldi aklıma. Yok futbol topuymuş yok bilmemneymiş. Ben sana Çin’de bisiklet yok mu dedim? Bu satırların kendi kendine ne kadar öfkelendiğini gösteriyor. Bisikleti bile kalbimi kırmak için fırsat olarak görüyorsun. Yazıklar olsun. Evet belki bu projenin ilk tasarlandığı tarihten çok farklı bir noktadayız fakat senin bu dokundurmaların sürerse korkarım bir ayrılıktan çok daha fazlası yaşanacak. Çin hükümetinin yıllarca projeye izin vermemesi meselesi ise tamamen adamların kırtasiye tipi bürokrasisi ile ilgili. Bir dilekçeye on ay sonra cevap verenlerden ne beklenir? Peki verdikleri ilk cevabı hatırlıyor musun? Tam olarak şöyleydi: “Duvara badana yapılacaktır.” Yani hafızanı tazelemek isterim; o badanayı bekledik biz tam iki yıl. Bir de hafıza konusunda lepistesten farkım yokmuş. Vur, alttan alttan vur. Olsun, ben lepistes olmaya razıyım. Peki sen pirana olmayı kabul ediyor musun? Her şeye rağmen sevgiler.

Uwe.


ßahadır Cüneyt Yalçın

Hiç yorum yok: