1.05.2013

a call to arms

Hepimizin kendine geldiği anlar var. Bunların uzun sürmesi olmalı bütün istediğimiz. Bu anlarda bütün geçmişin ne kadar gereksiz bir üzüntüye feda edildiği gerçeği yüzünüze çarpıyor ve bu hem bir pişmanlık hem de bir şükür ile buluşuyor. Her ne olursa olsun şükür olan kısmı, bize kar kalan.

Fırtınalar mı kopmuş, birileri mi yokolmuş ama güneş açmış, bahar gelmiş.

Kaç kere üstesinden gelinmiş zor zamanların, zor insanların. Zor arkadaşların ve zor dostların. O yüzden hiçbir şeyin kalıcı olmadığı gerçeği ile devam edebilmeli hayata.
Bazen salağa yatarsın, bazen tozu dumana katarsın, bazen de oturur ağarsın. Yine de bir toparlanışı olur o geçen sürenin ve daha kendinden emin devam edersin yola. Üstelik en önemlisi de kendini ve geçen her şeyi affetmiş olmak.

Bana gelince, ben her şeyi iyileştirdim, kendim gibi. Başınızdan aşağıya dökülen kaynar suların acısından sıyrılıp, şok anında mantıklı davranmanızı bekleyip "doğru pencereyi açıp oradan doğru kişiye" yazmamak sorun oluyorsa, elden ne gelir ki?

Birileri kusar, birileri küser, birileri serum alır, birileri tükürüp yere "lanet olsun" der. Ama zavallı Merve'den o anda mantıklı davranması beklenir. O yanlış pencereden yanlış bir haykırışa girişmiştir. Ah teknolojinin şaşı gözleri ya da şaşırtan.

Bu bana biraz bencillik gibi geliyor ama ses çıkarmak istemiyorum. Nasılsa bu da geçecek ve bunca zaman buna hak vermeyenler bundan sonra verse ne olacak? Hayır, sahiden ne olacak yani?

Gerek var mı yok mu demiyorum, bize göre avam, size göre iyi. Çok da umursamamalı. Çünkü zaten her şey ben herkesten daha çok umursuyorum diye oluyor. Ama şimdi çok gereksiz.

Çok az günü çok keyifle ve çok huzurlu geçirmek istiyorum tıpkı bütün dönem olduğu gibi. Mutluluktan öldük şükrettik, huzura düştük yine şükredebiliriz.

Benden bu kadar!

Hiç yorum yok: