Öyle bir yüzdü ki o, onu görenin hayatı bir daha eskisi gibi olamazdı, zaten olmadı da.
Belirgin derecede yuvarlak ve iri iki göz hayatın kendisi olmuştu, o an Hikmet Beye biri çıkıp da “hayat nedir?” diye sorsa, “iki ışıktır,” derdi.
Ama her zaman olduğu gibi daha karanlık olan ruh daha aydınlık olanı esir alacaktı, esaret aydınlık için kaçınılmazdı; kader karanlığı sonsuzluğa dek efendi ilan etmişti ve onlar bu kadere kaçınılmaz olarak uyacaklardı. O sırada bunu bilmiyorlardı ama böyle olacaktı.
Osman bunu anlamıştı; sen durursan ve zaman yürürse ölüyordun, her değişim bir duruşla mümkündü, bütün keskin değişimler bir duruşla gerçekleşiyordu; hiçbir şey durmasa, hiçbir şey değişmeyecekti, her şey hep birlikte hiç durmadan ve hiç değişmeden akıp gidecekti.
Ölüleriyle konuştuğu bütün o geceler ve günler boyunca Osman hep buna, insanların kaderlerinin değiştiği anı bilmemelerine takılmıştı. Hayat darbesini indiriyor, darbeyi yiyen ise darbenin indiğini epeyce sonra fark ediyordu, kaderin değiştiği anla kaderi değişen insanın bunu fark ettiği an arasında geçen zaman dilimi ona insan hayatının en trajik ve ürkütücü parçası olarak gözüküyordu. Gelecek, insanın önünde uzanan ve içinde saklı olanların gözükmediği sonsuz karanlığın içinden sıyrılıp çıkarak kesinleşiyor ama insan kendisi için kesinleşen geleceğinin farkına varmadan başka umutlar ve hayallerle başka bir geleceği bekliyordu; o bekleyişteki bilgisizlik korkunçtu ve ona göre insanoğlunun en büyük zaafını oluşturuyordu.
Doğru lakırdılar, dosdoğru lakırdılar, lakin sen iki büklüm durduğundan sana eğri geliyor müdür efendi.
Neden böyle bir işe heves etti anlayamadım ama geceleri seyri pek güzel, pek latifti, pek eğlendim.
En sonunda kendini mum işi,ne verdi ve nihayetinde bu sevgiden kurtulamayacağını kabullenip kendini, kendisine acı veren bu sevgiye teslim etti; acıdan ve kırgınlıktan kurtulamadıysa da teslim olmanın ve artık uğraşmayacağını bilmenin huzurunu duydu.
Kıskandınız mı, kendinize hakim olun, gülünç oluyorsunuz.
Erkeklerin kadınlardan her şeyi daha iyi bildiği fikrine biraz fazla kaptırdın galiba kendini, ama unutma akıl öğreten erkekler her zaman sıkıcıdırlar; hiçbir kadın böyle bir erkeğe fazla tahammül edemez, hele ben hiç tahammül edemem.
Sınanmaya dayanamayan sevgi, sevgi olur mu? Sevmemek kabil değilse, sevmenin ne kıymeti olur?
O akşam korkmuştum ama her şey biraz da şaka gibiydi benim için, gerçek korkuyu öğrenmek için yola çıktığımı henüz fark etmemiştim.
Eğer seversen, hissediyorsun.
Hakiki aşk kılıç yarası gibidir, yara kapansa da izi mutlaka kalır.
İnsan çok tuhaf.. Öyle zamanlar oluyor ki, en çok yanında olmak istediğin bir an önce gitsin, uzaklaşsın istiyorsun; onun civarda olduğunu bilmek, onu görebileceğini bilmek ve görememek.. Bu çok zalimce.
Mihrişah Sultan üstelemedi, asaletin kuralları vardı. Asalet zorlayıcıdır.
O bambaşka bir gerçeği öğrenmişti: …. Ruhundaki katılığın yumuşadığını, Yusuf efendinin usul sesinin yıllarca kendinde ördüğü duvarları esnettiğini hissediyordu; içinde yaşama isteği belirmişti.
Bütün ölüler ona bakmışlardı; kimse onu suçlamamıştı ama kimse de ona inanmamıştı.
Kitaplar aşkı anlatmıyor Rukiye, kitaplar aşık insanları anlatıyor.
O günlerde yaralarını yalayan bir köpek gibiydim
Onun hallerini tarif edecek sözcüğü uzun zaman bulamamıştı ancak daha sonra “cilveli bir adamdı” demişti, bir kadın gibi sokulgandı, “fahişe tabiatlıydı”.
Babam bana sabırlı olmasını öğretti. Sezar, dedi, beklemesini öğrenmelisin, erken koparılan üzümlerden kötü şarap olur, içemezsin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder